Tezekle Isınan Sobanın Hikâyesi – Şaban Gürtuna
1971 yılının kasım ayıydı. Kars – Arpaçay – Akyaka nahiyesinin Süngüdere köyüne öğretmen olarak atanmıştım. Okulum tek derslikli, üstü toprak, eskiden atların tavlası imiş. Sınır karakoluna yeni bir tavla yapılınca, eskisini okula çevirmişler. İlçeye gidebilmek için köyden nahiyeye, oradan Kars’a ve sonra ilçeye gidiliyordu. Ulaşım köyden nahiyeye 20 kilometre. Kar yağınca nahiyeye ya atla ya da kızakla gidiliyordu.
Tek öğretmen olduğum için boş zamanlarımı karakol komutanı Mehmet Bey’le sohbet ederek geçiriyordum. Bir akşam komutan, tek odalı evime misafirliğe geldi. İçeri girer girmez bir sağa bir sola baktı ve sobanın yanmadığını fark etti. “Üşümüyor musun?” diye sordu. Ben de mahcup bir şekilde, “Mehmet Bey, daha kömür ya da tezek temin edemedim,” dedim.
O sırada dışarıda kar diz boyuydu, her yer buz kesiyordu. Komutan hiç düşünmeden, “Gel benimle,” dedi. Kalın paltolarımızı giyip köy içine doğru yürümeye başladık. Biraz ileride devasa bir tezek yığınına vardık. Komutan, tereddüt etmeden bir tekme savurdu ve yığından bir kucak dolusu tezek döküldü. Ben şaşkınlıkla bakarken o, “Al bakalım, yakıtın hazır!” diyerek tezekleri kucağıma doldurdu.
Eve dönüp sobayı yaktık. Tezek, beklediğimden çok daha iyi yanıyordu. Odama yayılan sıcaklıkla birlikte, yüzüme bir gülümseme yerleşti. O güne kadar Balıkesir’de odun ve kömürle ısınmaya alışkındım. Tezekle ısınmak benim için bir ilkti ama öyle görünüyordu ki, Süngüdere köyünde bu yeni hayatın sıcağı da, soğuğu da farklı olacaktı!
Kars – 1971