Ormanda Bir Çığlık – Şaban Gürtuna
Ben henüz on bir-on iki yaşlarındaydım. Köyde çocuk olmak, erken yaşta olgunlaşmayı öğrenmek demekti. Aileme yardım etmek için çift sürer, çapa yapar, tütün işler, orak biçer, harman sürer, hayvan otlatırdım. Yaz ayları bitip kış hazırlıkları başladığında, odun taşıma işi de benim sorumluluğumdaydı. Küçücük yaşımda sırtıma yüklenen bu görevler, belki yorucuydu ama içimde bir gurur taşırdım.
Bir yaz günüydü. Sabah erkenden kalkıp kağnı arabasına bir çift öküzü koştum. Yanıma, otlamaları için yedi sekiz koyunumuzu, atımızı ve eşeğimizi de aldım. Komşumuz Hüseyin, benden birkaç yaş büyüktü. O da kendi kağnısıyla birlikte hayvanlarını otlatmaya ve odun taşımaya geliyordu. Ormana doğru yola koyulduk. Gün boyunca odun kesip kağnılara yüklüyorduk. Birbirimizle konuşup gülüşerek çalışıyor, çocuklukla sorumluluğun arasında bir denge kuruyorduk.
Tam işlerimize dalmışken, ormanın derinliklerinden bir çığlık yükseldi. Kalbim sıkıştı. Çığlık Hüseyin’e aitti. Elimdeki baltayı bırakıp var gücümle o tarafa koştum. Hüseyin’i yere çökmüş, ağlarken buldum. İki eliyle ayağını sıkıyor, acıdan kıvranıyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü, ağzından sadece “Ayağım, ayağım kesildi!” diye söyleniyordu. O an, ne olduğunu anlamaya çalışırken bir anlığına durdum. Ayakkabısından sızan kan, beni dehşete düşürdü. Ama duramazdım. Bir şeyler yapmalıydım.
Hüseyin’i yerden kaldırıp güçlükle arabaların olduğu yere çıkardım. Ellerim titriyor, nefesim kesiliyordu. Ayakkabısını çıkardığımızda balta ile kesilen başparmağını görünce başım döndü. Onun acısı kadar benim korkum da büyüktü. Hüseyin, ağlamasına rağmen soğukkanlıydı. “Eşeği getir,” dedi. Sesindeki kararlılık beni kendime getirdi. Hemen eşeği getirdim, Hüseyin güçlükle eşeğin sırtına çıktı. Yola koyulmadan önce, yerde duran ayakkabısını elime aldım. İşte o an, kesilen başparmağının ucu yere düştü. Gözlerim kararır gibi oldu.
Elimden ayakkabısının tekini de alan Hüseyin, eşeğin sırtında köye doğru uzaklaştı. Köyde ailesi onu ilçeye, doktora götürdü. Ksilen parmak yerine dikilmişti. O gün, hem fiziksel hem de duygusal olarak hayatımın en ağır yükünü taşımıştım. Saatler sonra kendime geldiğimde hayvanlar hâlâ arazide otluyordu. Kendimi toparladım, kağnıya odunları yükledim, hayvanları topladım ve köy yoluna düştüm. Hüseyin’in kağnısını ve hayvanlarını da köyde ailesine teslim ettim.
O gün, küçücük bir çocuğun omuzlarına cesaretin ne kadar büyük bir yük olabileceğini öğrendim. Hüseyin’in cesareti, soğukkanlılığı, benim ise korkularımla yüzleşip ona yardım etme çabam… Bunlar, köy hayatının öğrettiği ama kolay unutulmayan derslerdi. O orman, çocukluğumun cesaretle sınandığı bir yerdi artık.
Bergama – 2025