Bir Mültecinin Mektubu – Özkan Mert
Derin bir uykudan mı uyanıyorum?
Neredeyim ben?
Neden yakmıyor göğsümü sıcacık.
Akdeniz güneşi?
Bu çirkin renkler içinde yüzen
yüksek yapılar
çan sesleri
bıyıklarımı donduran soğuk…
Hayır! Hayır!
Benim ülkem değil burası.
Çocukluğumda çıplak ayakla koşturduğum
sokaklar yok burada.
Nerede?
Sıcacık dalgalarıyla oynaştığım Akdeniz.
Nerede?
Köpükleriyle şatolar, kal’alar kurduğum
Ege.
Nerede?
Söylesenize.
Yarım ekmek, biraz zeytin
ve Sandör Petöfı’nin şiirleri vardı çantamda
İstanbul’dan binmiştim trene cebimde kahraman
Ay yıldızlı lâcivert pasaportum.
Arkamda aşkın
umutun ve dünyanın başkenti İstanbul
– Bir bayrak gibi sallanan
yedi tepenin üzerinde –
Ve kalbimde nakış nakış özlemi kızımın.
Stockholm üşüyor beyaz gelinliğinin içinde.
Kahve içmeye burada başladım sabahları.
Ve düşünmeyi
Palandöken dağında açan bir çiçeğin güzelliğini…
Göçmenlik yaşamı bu…
Öyle pek derin düşünmeye gelmez.
Birkaç günlük eski gazeteler gecikmiş bir haber
ölümü eski bir dostum..
– Fröken! Lütfen bir kahve daha.
Kar temizleme makineleri bir gidip bir geliyor.
Bir çay bardağı gibi duruyor
Güneş
Gökyüzünde.
Rengini seçiyorum her kelimenin şiir’de.
Stockholm soluk mavi.
Ve kıpkırmızı suları denizinin.
-Fröken! Arkadaşa da bir kahve sütlü olsun.
Gazeteler gene gecikti bugün, can eriği çıktı mı acaba
Türkiye’de?
Adımızı mı soruyorsunuz?
– Adım Pablo
İspanya’dan geliyorum
-Adım Maria
Şili’den geliyorum
– Adım Kosmos
Yunanistan’dan geliyorum
– Adım Ahmet
Türkiye’den geliyorum hepimiz politikiz.
Söyledim ya göçmenlikyaşamı bu.
Pek öyle uzun düşünmeye gelmez.
Dönmek de var elbet güzel bir bahar günü
memlekete
basıp gaza 200 kilometreyle.
Her şey doğduğum şehir ilk aşkım
beyaz gömleğimde biriktirdiğim yağmur damlaları
yitik bir zaman dilimi şimdi.
Böylesine yaşanmaz değil yaşanır elbet.
Ama sıkamamak bir dostun sıcak elini…
İşte bu!
İşte bu! Yaşatmaz insanı ö l d ü r ü r.