Rüveyda – Nurullah Genç
Fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni.
Geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
Derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
Yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
Yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
Yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına.
Adını söylemek istemiyorum
Her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
Her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
Zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum.
Rüveyda dediğim zaman anla ki,
senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından.
Hangi yıldızdır bilmem,
gözlerin kayar da üzerime Rüveyda
Önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime
Sonra açılır önümde ıstırab vadileri
Silik renkleriyle adımlarıma
Çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde zamansız,
mekansız nefese doğru.
Uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
Yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
Oysa Rüveyda baştanbaşa ben kevser akan,
gül kokan bir kalbin filiziyim.
Kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden
Bir anlatsam nasıl utandığımı
Bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
Ağarır tanyeri nilüferlerin
alaca bir at koşar içimde
ezer toynakları ile anılarımı.
Sular köpürmemeliydi Rüveyda
Kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin
ben zehire alışkınım,
Şerbete değil rüyalar nefret eder avare duruşumdan
kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde.
Sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber
Ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekeş
Yargılamak için zeval kayıtlarını
inkılab bekliyorum.
Hangi umut çiçeğidir bilmem,
ellerin uzanır da gönlüme rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde zamansız,
mekansız nefese doğru.
Varlığın cinayettir memleketimde işlenen
Akıtır kanını en asil pehlivanların
Yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi
Varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın.
Artık eskisi gibi bakamıyorsun
Göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda
Binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
Güneş bir anne gibi dururdu başucunda
Artık dokunamıyor kakülün bulutlara
Karalara bürünmüş saçlarında dolunay
Ben bu kadar zulme layık mıyım Rüveyda.
Hangi ressamı vurur bilmem,
endamın sarar da benliğimi
ben beni tanımam kaldırımlarda
kafesleri yutan kafese doğru
alaca bir at koşar içimde zamansız,
mekansız nefese doğru.
Kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına
duydun mu orkideye dua eden birini
bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda
bu yapmacık bebekler
gözyaşı akıtırken gülenler yok mu?
Beni kahrediyor geceler boyu.
Hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün
soluk bir dünyanın mezarlarına
gömerek gurbetimi kapadı karanlığa Yesrip,
kapılarını meydan okuyuşun çağın ordularına
bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır
doruklardan öte hevese doğru
alaca bir at koşar içimde zamansız,
mekansız nefese doğru.
Yasını tutuyorum kararttığım düşlerin
yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda
amansız bir ütopya üfleyen pencereler
lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi
önümde, haksızlığın hesaba çekildiği
hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer arkamda,
kare kare ömrümü belirleyen
hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler.
Söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını
Yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere
Kim giydirir başıma tacını nihayetin?
Kim takar bileğime hürriyet künyesini?
Karada balık gibi nasıl yaşarım? söyle.
Rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı
ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
asırlardır köhne barınaklarda küflenen,
çürüyen çığlıklarımı.
At vuruldu; içim paramparça Rüveyda
Gölgelerin ardına sakladım kusurumu
Sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin
Ben burda damla damla eriyip akıyorum
Yine de, çiğnetemem kimseye gururumu
İstenmediğim yeri sessizce terkederim
Hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu
mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim.