Günün Simyası – Anna Hebert

Bırak hiçbir kız hizmet etmesin sana
vahşi yaralarını bastırdığın bu günde,
Kanlı hayvan, karaçamın eğilmiş dallarına.

Çevrendeki kızlara söyleme ateşin köreldiğini,
Uyarma kızları menekşe kalplerle.

Onların yedisi de görecek
Mavi acıları taşıyan odanı
Saçlarında yükselen sessiz amforada.

Kayıp gidecekler kendi gölgelerinin eflatun çizgilerinde
Sualtı yalımları gibi sessiz bir ayinin ihtişamı içinde
Senin duvarlarının dört rüzgârı boyunca.

Usulca dürülmüş kutsal acıların saklandığı antik kilimleri
Yeşil çimenlere benzeyen ayaklarıyla,
Güneşin dalgalandırdığı yumuşak çayırı, Sessizliği ve
Çığlığın katı boşluğundaki sık otları biçsinler diye ne kızları uyar,

Ne de bir yeraltı aşkının gizlenmiş güçlü titreşimini, denizin
Akıl almaz arzusuna benzeyen şarkısı süzülmeye başlarken suda.

Uyarılmış birinci kız birer birer toplayacak kız kardeşlerini
Ve senin açık damarlarının yapraklarında,
Aşkın demir atmış yaralarını usulca anlatacak onlara.

Seçilmiş kız kardeşlerin en karanlığı getirecek sana,
Acı kalplerin üstünde henüz tomurcuklanan balsamı,
Kutsallığı bozulmuş eski mahzenleri,
Gece yarısı teşhislerinin ve eczanın çiçek yataklarını.

Hassas kazılarla ve sabırla gün ışığına çıkarılmış
Sevgili bir taş gibi en yavaşları,
Yakıcı gözyaşlarıyla kendine yeni bir yüz yaptığı sürece.

O burada, tuzun seçkin kızı,
Bereketli hasadının muhteşem sepetlerine koymak için seni.
Yolda tartıyor parmak uçlarıyla senin batık
Bir bahçeden toplanmış çiy tanelerine benzeyen göz yaşlarını.

Bak, adı Veronica olanların biri katlıyor
Geniş çam yapraklarını ve peçesine suyun parlak aynası gibi
Serilmiş ıstırap dolu bir yüzün düşlerini.*

Her yanına pirinç madeninden çiviler batırılmış,
Ateşler içinde yanan kız acele ediyor şimdi bu gece,
En tepesine yükselmiş, büküyor onun olgun yapraklarını,
Siyah ayçiçekleri gibi.

Neredeyse bastıracak ellerini sıkıca
Senin gözlerinin üstüne tıpkı mükemmel düşlerin yüzyıllarının,
Ölümün, sert bir incinin beyaz kanının tefekküre daldığı yerdeki
Canlı bir istiridye gibi.

Ah, rüzgârda ürperen sen,
Dört mevsimin bayrak direklerine çekilmiş
Yüzünün güzelliği.

Sen, kumlarla ufalanmış, saçılmış saf yağlarla,
Akışkan renkli ve güçlü suların
Tanımsız mucizelerinde üryan.

Karışık balçığın yüzüne bürünmüş kireçtaşı
Merhametlerden gelen sessizliğin farkına var.

Maviye karşı hazır tut yeşili, ve gücün sahipliğini,
Korkma aşıboyasından ve erguvaniden,
Bırak bağlı kalsın dünyaya kopyası dünyanın,
Yayına bağlanmış bir ok gibi.

Kendi garip simyasına bağlı,
Uyarılmış lütuf gibi çılgın trafikte,
Güneşteki saf vahşi şeyler, adını koysun yüzleştiği her şeyin
Rahatsız edilmiş ve parçalanmış büyük ölünün haşmetiyle.

Kırık mavi camların duvarları dağılıyor denizdeki halkalar gibi,
Ve kalbin tam ortası tasarımlıyor kendi narin çitini.

Bir anlık zaman için çağırılmış,
Gün yükseliyor sözcüklerde,
Saplarının üzerinde patlayan dev gelincikler gibi.

*Efsanevi Veronica’nın, Calvary’ye benzer şekilde, İsa’nın kanayan yüzünü sildiği; ve bu mendil ya da peçede daha sonra İsa’nın yüzünün göründüğü söylenmiştir.

Sosyal Medyada Paylaş :