. Ahmed Yesevî – Hayatı ve Eserleri

Ahmed Yesevî bir “evliya şair”, “Türkistan Pirî” olarak anılır. Onun hayatı da efsaneleşmiştir. 11. yüzyılın sonlarında, Türkistan’ın Sayram şehrinde doğdu. 1166 yılında öldüğünü ve öldüğü zaman yaşının 63’ten fazla olduğunu biliyoruz. Türkistan Pirî’nin gerçek hayatını anlatmasa da, ona verilen değeri, duyulan saygıyı göstermesi bakımından, hayatına dair menkıbeyi bilmekte yarar vardır.

Menkıbe ya da rivayetlere göre Ahmed Yesevî’nin hayatı:
Ahmet Yesevî 7 yaşında yetim kaldı. Babası Şeyh İbrahim adında ermiş sayılan bir insandı. Hicaz’dan gelen Şeyh Arslan Baba, küçük Ahmed’in manevî babası oldu. Şeyh Arslan Baba, Hz. Muhammed’in ashabından idi. Bir savaşta ashab aç kalmış, Hz. Peygamber’den yiyecek istemişlerdi. Hz. Peygamber dua etmiş ve Cebrail onlara Cennetten bir tabak hurma getirmişti. Hurmaları yerlerken bir tanesi tabaktan düşmüş, Cebrail, “Bu düşen hurma sizin Türkistanlı ümmetiniz Ahmed Yesevî’nin kısmetidir” demiş. Bunun üzerine Hz. Muhammed düşen hurmayı almış ve Arslan Baba’nın damağına koyarak şöyle demiş. “Benden sonra Ahmed adında bir çocuk doğacak, o ümmetimin seçkinlerinden biridir. Git onu bul ve hurmayı ver.”

Arslan Baba Hz. Peygamber’in duası ile 500 yıl kadar yaşamış ve hurmayı sahibine vermek için dolaşıp durmuş. Sonunda Türkistan’a gelerek yetim Ahmed’i bulmuş. Yetim Ahmed, Yesi şehrinde bir okula gidiyormuş. Arslan Baba onu görünce selâm vermiş. Çocuk selâmı alırken: “Baba, hani emanetiniz?” diye sormuş. Arslan Baba heyecanlanarak “Sen nereden biliyorsun?” diye sorunca “Allah bana bildirdi” cevabını vermiş. Bundan sonra Arslan Baba 500 yıldır damağında sakladığı, lezzetinden hiçbir şey kaybetmeyen hurmayı çocuk Ahmed’e yedirmiş… Bu bir rivayettir, ama Arslan Baba’nın gerçekten Ahmed Yesevî’nin hocası olduğunu, ona yol gösterdiğini biliyoruz Yesevî onun uyarılarıyla büyümüş, çocuk yaşta manevî derecelere yükselmiş, keramet sahibi olmuştur.

İnanışa göre çocuk Ahmed, Yesevî adındaki Türk hükümdarı ile tanışmıştır. Bu hükümdar, kendisine yol zorluğu, av zorluğu çıkaran Karacuk Dağı’nı ortadan kaldırmak ister, ama devrin hiçbir evliyası bu işi başaramaz. Genç Ahmed ise dua ederek sellerce yağmur yağdırır. Bütün şeyhler seccadeleriyle dalgaların üzerinde yüzerler, bağrışır, yakarır tufanın durmasını dilerler. Yağmur dinmez. Ama, başını babasından kalan bir hırkaya sokmuş bekleyen Ahmed, bu hırkayı kaldırınca yağmur diner, bir anda gökyüzü açılır, güneş pırıl pırıl etrafı aydınlatır. O zaman görürler ki Karacuk Dağı erimiş, sellere karışıp yok olmuş. Hükümdar Yesevî, küçük Ahmed’den isminin bakî kalması için ne yapması gerektiğini sorar. Genç Hoca Ahmed ona, “Her kim bizi severse senin adınla birlikte ansın, yeter” diye cevap verir. Bundan sonra onu “Hoca Ahmed Yesevî” diye anarlar. “Yesevî” tarikatını kuran Hoca Ahmed Yesevî’nin rivayete göre 99 bin müridi vardı Bunlar dünyanın dört yanına onun ününü’ve hikmetşiirlerini yaydılar.

Her devirde, ünü, itibarı olan kişileri kıskananlar, onlara kötülük yapmak isteyenler de bulunur. Hoca Ahmed Yesevî’yi de kıskananlar olmuş ve onun için “Bu şeyhin tekkesinde örtüsüz kadınlar bulunuyor, bu kadınlar zikre de karışıyorlar” derler. Bunun üzerine Horasan ve Maveraünnehir’deki hocalar tahkikat yapmaya karar verirler. Bunu duyan Ahmed Yesevî, kapağı mühürlü bir kutuyu o şeriatçılara gönderir. Bunlar mühürlü kutuyu açınca görürler ki ateşle pamuk yanyana durmaktadır. Ateş yanmaktadır ama bitişik duran kuru pamuk tutuşmamaktadır. Bundan Ahmed Yesevî’nin ne demek istediğini anlarlar: “Eğer kadın ve erkek, Allah yolunda bir araya gelirlerse, pamuk ve ateş (bugünün deyimi ile barut ve ateş) bir arada durabilir ve Allah onların gönüllerindeki fesat duygularını yok eder. Hocalar, utanır, özür dilerler. Hoca Ahmed Yesevî için ülkenin her yanından değerli hediyeler geldiği halde, o bunları kendisi için almaz, muhtaçlara dağıtırdı. “Her Müslüman geçimini çalışarak sağlamalıdır, asalak olmamalıdır” ilkesinden hareket ettiği için, ibadet dışındaki zamanlarını tahta kaşık, kepçe yaparak geçiriyor, bunları satarak geçiniyordu. Türkistanlılar arasında yaygın inanca göre Ahmed Yesevî yaptığı kaşıkları bir heybeye doldurur, heybeyi öküzünün sırtına koyar, çarşıya gönderirmiş. Çarşıda kendi başına dolaşan öküzün heybesinden kaşık alanlar, parasını aynı heybeye koyarmış. Aldığı kaşığın parasını vermeyen olursa, öküz onun peşinden parayı alıncaya kadar gidermiş.

Bugün Türkistan’ın Yes şehrinde bulunan Ahmed Yesevî Tiirbesi’ni, onun ölümünden 200 yıl kadar sonra yaşayan Aksak Timur yaptırmıştır. Timur bir gece Yesevî’yi rüyasında görmüş, ondan zafer müjdeleri ve emri almıştır. Bu rüya doğru çıkınca, hâlâ ayakta duran muhteşem türbeyi yaptırmıştır. Ahmed Yesevî’nin soyu, kızı Gevher Şehnaz tarafından yaşatıldı. Dünya çapında ünlü seyyahımız Evliya Çelebi de onun soyundandır.

Divanı Hikmet
Hoca Ahmed Yesevî bir tasavvuf şairidir. Onun dinîtasavvufî şiirlerine “hikmet”, bu şiirlerin toplandığı divanına ise “Divanı Hikmet” deniyor. Hikmetlerinde islâmiyetin esaslarını anlatır. Peygamber sevgisini işler. Kıyamet, Cennet, Cehennem konularına yer verir. Kendi hayatının bir bölümünü ve davranışını da açıklar. Divanı Hikmet’in en eski yazmaları mevcut değil, fakat Kazan, Taşkent ve İstanbul’da kopyaları bulunmaktadır. Ahmed Yesevî’nin kurduğu tarikat Horasan, iran, Azerbaycan Ve Anadolu bölgeleri; ne kadar yayılmış, Haydarî, Bahaî, Bektaşî tarikatlarının doğmasına sebep olmuştur.

Sosyal Medyada Paylaş :